Beyazyakalı Adam '1'





                    Beyazyakalı Adam '1'

         

                 Öğleye kadar uyumuş her insan gibi; elini yastığa koyup tekrar kapadı gözlerini. Bir kaç hayal ile rüya arasında daha gitti geldi. Uykusunun haliyle ilgili o an ne dese yalan olmazdı. Zira ne uyanık, ne de uyuyordu. Kahvaltı var mıdır acaba hala? diye sordu kendi kendine. Saate bakmak için, komodin de duran telefonuna uzattı elini. Boşlukta körü körüne savrulan eli, abajurun gövdesini okşayarak yavaş yavaş aşağıya indi. Eline ilk gelen nesne, kumaştı. Kumaşı avucunun içinde gezdirdikten sonra kokladı. Şükür dedi kendi kendine, çorabını giymeden yataktan ne zaman kalksa karnı ağrırdı. En azından o öyle zannederdi. Aslında, işe gidiyor olmanın verdiği stres vururdu midesine. Fakat o, çorap giymemeye yormayı yeğliyordu derdini.

         Elini tekrar attı komodine. Telefonu olduğunu umarak kaldırdığında hafifliğinden ve esneme payı olduğundan sigarası olduğunu anladı. İçinden bir dal çıkartıp, paketi geri bıraktı. Diğer eline ihtiyacı vardı ama çarşafa o kadar çok dolanmıştı ki dudaklarının arasındaki sigara olmasa kendi kendine sövebilecekti. Sövemedi, içinde kaldı. Halbuki insan, içine attığı her şeyi saklardı. Ağzından çıkmayan o ufacık bir küfrü, yüreğindeki kumbarasına bozuk öfke olarak düştü. Boşlukta gezinmeye devam eden eli, metal çakmağı ile karşılaşmıştı. Bu buluşma, ateşli bir ilk buluşma misali, 'az emek, çok iş' dedirtti içinden. Sigarasını yaktı. Duman, uyurken kurumuş olan ağzında bir tur attıktan sonra, boğazından ciğerlerine kadar uzandı. Genzi yanmıştı ya, en sevdiği şeydi hayatta bu. Acı! İnsan fizyolojisinin, insan beyninden daha gelişmiş olduğuna inanırdı hep. Ve acıyı da sırf bu sebepten seviyordu. Fiziki ya da ruhsal olsun; acı var ise yaşıyorum derdi. En çokta ruhsal olan acıyı duyumsadığın da... Hatta bu yüzden, olmayacak kimselere aşık olur, olmayacak hayaller kurardı ya; insan için olmayacak şey var mıydı? diye sorsanız, 'kesinlikle yok' cevabını verirdi. Ona göre; umutsuz olmak insanın başaramayacağı bir şeydi. Kaybolmak gibidir mesela. Bir dünya canlısı türü olan insan için, dünyada kaybolmak mümkün müdür? Her yerde yaşayabilir insan, her nehirden su içebilir ve ne kadar kirli olursa olsun her havayı soluyabilir. Peki ya her yerde mutlu olabilir mi insan?

           Sahi, ofiste bir kaç gündür rastladığı o kısa boylu esmer kız, o nasıl oluyordu da her gördüğünde mutlu görünebiliyordu? Bunu düşünürken çorabının öteki eşini buldu. Önce omuzuna ardından yatağa düşen külü hissetti. Sigarasının dudaklarına yapıştığına emindi. O yüzden hiç ilişmedi sigarayı ağzından çekmeye. Dün mesai çıkışı geldi yeniden gözünün önüne. Atm'den para çekerken, uzaklaşan arkadaşına 'iyi tatiller' diye seslenmiş, arkasına döndüğünde gülümsüyerek ona 'size de iyi tatiller' diyen o malum kız ile karşılaşmıştı. Tam anlamıyla gözünün önünde duruyordu kapalı göz kapaklarına resmedilmişcesine. Boşlukta ki eli, soğuk telefonuna rast gelmişti sonunda. El yordamıyla telefonun tuş kilidini açıp, sol gözünü araladığında şok oldu. Saat daha dokuzdu. Ağzına yapışan sigarasını alırken filtrenin, dudaklarının derisinden bir parçayı alıp götürmesiyle yarım bıraktığı sigarası için avundu. Sigarayı sol gözüyle gördüğü küllüğe söndürdü. Çoraplarını yeniden soyup, kafasını yastığa iyice yerleştirdi. O esmer kadının yüzü hala gözlerinin önündeydi. Ama hiç sırası değildi şimdi o kadının! Cumartesi günüydü ve öğlene kadar uyumak zorunda farz ediyordu kendisini. Çarşafı kafasının üstüne kadar çekip, göz kapaklarındaki karanlıkta gezdirdi gözlerini. O gülümseyen yüzün hatları hala duruyordu. Bir kaç dakika sonra cumartesi sabahı ritüellerinin bir parçası olarak uyumuştu. Uyandığında bütün bu olanların hiç biri yaşanmamış olacaktı.
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol